Islam

İbadet

Duâ   Namaz   Oruç   Zekat   Haç   Diğer İbadetler

İbadet denildiği zaman, akla ilk gelen yüce Allah için yapılan belli başlı dini farizalar gelir. Bu deyimde duâ, namaz, haç veya oruç gibi ameller sayabiliriz. Ama aslında inananların güncel hayatındaki bütün amelleri birer ibadet olmalısı gerekir. Çünkü yüce Allah’ın rızası için yapılan (hayırlı işler) veya yapılmayan (hayırsız işler) her amel İslam-i anlayışa göre bir ibadet derecesindedir. Yeter ki niyet halis olsun ve o işlenen veya işlenmeyen amel Rabbimiz’in kurallarına uysun. Mesela okula gitmek dahi, yüce Allah’ın ilim öğrenme farzını yerine getirmek niyetiyle işlenirse – İslam’a göre geniş anlamda bir ibadettir.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyurmuştur: „Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.“ (Kur’an-ı Kerim 51:56) İnsanların yaratılışı demek ki ancak bu sebebe bağlıdır. Peki âlemlerin Rabbi olan yüce Allah’a nasıl kulluk edilir? Bütün amelleri O’nun rızasını gözeterek ile işlemekle. Tam O’nun emrettiği şekilde, başka bir şekilde değil. Fakat amellerin kabûlü ve geçerliliği için ön şart imandır. İman olmadıkça hiç bir amel yüce Allah indinde geçerli değildir velev ki o amel büyük olsa dahi. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:

„Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.“ (Kur’an-ı Kerim 4:48)

„Verdiklerinin kabul olunmasına engel olan, Allah'ı ve Peygamberini inkar etmeleri, namaza tembel tembel gelmeleri, istemeye istemeye vermeleridir.“ (Kur’an-ı Kerim 9:54)

Hülasa bir amelin veya dûanın kabûlü için şu üç şart gereklidir: İman, ihlas (Allah’ın rızası için) ve emredildiğimiz gibi o ameli işlemek. Bir veya bir kaç unsur eksik olursa o dûanın veya amelin hiç bir değeri olmaz.

Bu hususta dünyanın içinde bulunmuş olduğu karanlık ve problem dolu günlerin sırrı yatmaktadır. Halbuki milyonlarca belki de milyarlarca insan yüce Allah’a her gün huzur için dûa etmektedir. Ancak dûalarımızın etkisi pek oluşmamaktadır. Çünkü: „Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a inanmazlar.“ (Kur’an-ı Kerim 12:106)

Aşağıda özel anlamdaki ibadetler üzerine duracağız.

 

Duâ

Her ibadetin özünde dûa ibadeti yatmaktadır. “Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.” (Kur’anı- Kerim 2:186) Dûa’nın belli başlı bir şekli yoktur. Kalb ile tefekkür olsun. Peygamber efendimiz (sav)’in bize öğrettiği şekilde elleri göğe açarak olsun. Yüce Rabbimiz’i tesbih ve takdis ederek olsun veya yardım, koruma, tevbe amaçlı olsun – dûa kulun Rabbi ile özel görüşmesidir. Dûa yalnızca uhrevi amaçlı değil, aynı zamanda, hatta bilhassa dünyevi şeyler içinde yapılmalıdır. İstediğimiz büyük olsun küçük olsun, Peygamber efendimiz (sav) bizlere ayakkabı bağcığımızı dahi yüce Rabbimiz’den istememizi ve onun için dûa yapmamızı öğretmiştir. Çünkü yüce Yaratan bizlere şöyle dûa etmemizi emretmiştir: “Ancak Sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz.” (Kur’an-ı Kerim 1:5) O hiç bir şeye muhtaç ve hiç bir şeye bağlı değildir (O samed’tir). Bizler ise O’na muhtaç ve O’na bağlıyızdır. Onun için her alanda ve her şey için müracatımız O’na olmalıdır.

Namaz

Malum olduğu üzere erkek olsun kadın olsun, her mü’mine yüce Allah tarafından farz kılınmıştır. Akıl ve baliğ olan her müslüman günde belli zamanlarda yüce Allah için namaz kılmak ile yükümlüdür. Bu zamanlar güneşin akışına göre zuhur eder ve sabah, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere 5 tanedir. Mannheim şehri için geçerli olan Diyanet Teşkilat’ın resmi olarak cıkardığı bu günün namaz vakitlerini yukarıdaki küçük minareye tıklayarak öğrenebilirsiniz.

Namaz’ın bir takım ön şartları vardır. Mesela abdestli olunması, namaz istikametin kıble olması, elbiselerimizin ve namaz kılınacak yerin temiz olması gibi. Bilhassa milletimiz bu son saymış olduğumuz hususa titizlikle bağlı olduğu için bizim örfümüzde insanlarımız namaz için namazlıklar kullanmaktadır. Bu küçük namaz-halıları ama aslında farz değildir. Yani aslında toprak, cam, çimen, beton, taş veya tahta üzerinde de namaz kılınabilinir, ançak bu zeminin görünürde temiz olması şarttır. Namazın belli başlı hareket ve duruş şekilleri vardır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Kıyam, ru’kuu, secde ve tahiyyat (oturuş). Bu duruşlar esnasında Kur’an-ı Kerim’den Ayetler okunur ve bazı yerlerinde de tesbihatlar ve dûalar yapılır. Kılınacak namazın vaktine göre uzunluğu ve şekli bellidir. Mesela sabah namazın farzı iki rekat olduğu gibi, akşam namazın farzı da 3 rekattır. Daha yakini bilgi için sizlere sunmuş olduğumuz online-ilmihallere bakabilirsiniz: ->Download

Namazın her müslüman için farz olduğu konusunda hiç bir şüphe ve ihtilaf yoktur. Namazı kılmamak veya ertelemek için müsaade yoktur (istisnalar için bir ilmihale bkz.). Namaz sevgili Peygamberimiz Muhammed (sav)’e göre “Dinin direğidir”. Namaz iman mücevherini nasıl bir para kasası değerli bir eşyayı koruma altına alıyorsa, öyle koruma altına almaktadır. Gerçi para kasası olmasada o değerli esyaya sahib olabiliriz, ançak onun muhtemelen çalınacağı veya kaybolacağı ortadadır. Bu hususta ki şu meşhur hakikatı zikretmek herhalde kâfidir: “Namaz kılmayan kâfir olur mu? El cevap: Kâfir olmaz, ancak kâfirlerde namaz kılmaz.” O’nun için namaz kişiyi kötülüklerden alıkoyur ve kalbini güzel, iyi ve hayırlı işlere sevk eder. Peygamber efendimiz (sav) bir keresinde şöyle demiştir: "(Söyleyin bakayım) sizden birinizin kapısının önünde bir nehir olsa ve onda her gün beş defa yıkansa, ne dersiniz? Kirden bir şey kalır (mı) onda?" Ashab, "hayır onda hiç bir kir kalmaz" dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.) "İşte bu beş vakit namazın benzeridir. Allah onunla hataları mahveder" buyurdu. (Ebu Hureyre, Buhari, Tırmizi)

 

Oruç

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık O'nu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.” (Kur’an-ı Kerim 2:185). Ve: “Ey İnananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı.” (Kur’an-ı Kerim 2:183).

Bu ayetlere göre oruç ibadeti yeni ve İslam’a has olan bir ibadet değil, evvelki ümmetlere de farz kılınmış bir ibadettir. Bunun için müslümanlar ramazan ayında (sayılı günlerde) oruç tutmakla emrolunmuşturlar. Oruç tuttukları vakit gündüzleyin yemek, içecek, cinsi ilişki ve buna benzeri bütün nefsani şeylerden yüce Allah’ın rızasına erişebilmek için uzak dururlar. Gündüz bu deyimde seherden akşama kadar olan süredir. Bu zamanın dışında yemek, içmek vs. yine caizdir.

Oruç tutmanın çok önemli dini, sosyal ve sağlık acısından sebebleri vardır. Dini acıdan inananlar oruç tutarken nefislerini arındırıp onları terbiye ettiği gibi, yüce Allah’a şükür ve hamd amaçı ile sabrederek minnetlerini göstermektedirler. Bu meyanda maddi şeylerden uzaklaşıp daha çok manevi esaslara yönelmektedirler. Yüce Allah’ı, hayatı, ölümü vb. gibi asıl önemli olan şeylere yönelip onları tefekkür ederek, yaşama ve bilhassa iftarlardaki duyulan halis yeme-içme sevinçlerini yenileyip huzur bulurlar. Bu son zikrettiğimiz husus bilhassa “zengin” sayılan topluluklarda hiç de önemsenmiyecek kadar değerlidir. Bir “basit” gördüğümüz çorbanın veya bir elmanın dahi uyandırdığı sevinç ve huzur, bunların ne kadar önemli, şükre şayan ve aslında gerçek bir zenginliğin göstergesi olduğunu hatırlamak, oldukça önemlidir.

Oruçun bir toplumun sosyal acısından getirdiği faydalar da çok önemlidir. Oruç sosyal farklılıkları ortadan kaldırır. Zengin olsun fakir olsun, ikiside yüce Allah’ın rızasına erişebilmek için oruç tutmaktadır. Bilhassa zengin olan bu şekilde aç ve susuz olmanın ne demek olduğunu kendi nefsinde his etmektedir. Şu’urunu kuvvetlendirip, fakirlere karşı daha merhametli olmasına vesile olmaktadır, ve bunun yanı sıra gayet “normal” sandığı şeylerin (tok olmak gibi) hiç de o kadar “normal” bir husus olmadığını hatırlamaktadır. Bu noktada şöyle bir itiraz gelebilir: “ Ramazanın zenginlere getirdiği faydaları anladık, ama fakirlerin durumu ne olacak? Onlar zaten aç ve sususzlukla yaşamaktadırlar, bir de ramazanda ziyade olarak aç ve susuz mu kalsınlar?” Hayır!

Bilhassa ramazan ayı fakirler için bereket ayıdır ve keşke her ay ramazan ayı olsada yeterince yemek ve içecek bulabilsek diye konuşurlar. Çünkü ramazanda adet üzere umumi ve hususi davetlerde insanlar bilhassa fakirleri gözeterek iftar ve sahur yemeklerine davet etmektedir. Üstelik her yerde ramazan gıda paketleri dağıtılmaktadır. Davetiyeler o kadar çoğalır ki, çoğu zaman insan nereye hangi davete katılacağını şaşırır. Bunun içindir ki, ramazan ayı bilhassa fakirler için bereket ve rahmet dolu bir zaman teşkil etmektedir. Ramazan ayının başka bir önemli sosyal etkeni şudur ki, bu davetiyelerin toplumsal kaynaşmayı ve anlaşmayı artırmaktadır. Bu şekilde aralarındaki anlaşmamazlıklar ve kinler anlaşmaya ve dostluğa dönüşmektedir. Ne yazık ki cağdaş toplumlarda insanların farklı sınıf ve statülere sahib olmalarından, zengin ve fakir olan insanların biraraya gelmeleri mümkün olmamaktadır. Ama ramazan bu gayri insani durumu ortadan kaldırmaktadır. Çünkü zenginlerin ve iş adamların fakirler için organize etmiş oldukları yemek davetiyelere (ms. ramazan çadırları gibi) bizzat kendileri de katılarak, zenginin ve fakirin biraraya gelmeleri sağlanmaktadır, statüler ve sınıflar ortadan kaldırılmaktadır. Belki de bu vesile ile dostluklar oluşmaktadır..

Sağlık acısından ramazan oruçun faydaları da pek çoktur. İnsan 11 ay yiyip içerek coğu zaman bünyesini fazlasıyla zorlamaktadır. Fakat ramazan ayında oruçun vesilesi ile bünyesini ve midesini rahatlatarak yenilenmesini sağlamaktadır. Çağdaş tıbbın tespit ettiğine göre oruç tutmak çok sağlıklı bir yöntemdir. Halbuki bir takım “komik” perhizlerin hiç de sağlıklı olmadığı ortadadır. Peygamber Efendimiz (sav) bu hususu çok evvelinden bizlere haber vermiştir: “Oruç tutun da sıhhat bulun!” Müslüman olmayanların çoğu zaman oruç ile alakalı anlamadıkları husus bilhassa içme yasağıdır. Yememeği anladık ama hiç bir şey içmemek? Diye bu durumu dile getirirler. Halbuki oruç tutan kişi bünyesinde ki eski yağ hücrelerin nasıl yakıldığını bizzat his eder. Yalnız aç duran ise (susuz kalmaksızın), ki zaman zaman herkes aç kalmaktadır, bünyesindeki bu onarımı his edemez.

Oruçun sosyal, sağlık ve dini faydaları arasında tabii ki dini noktalar öndedir. Yani sosyal ve sağlık faydaları için oruç tutulmaz. Ancak yüce Allah’ın rızasına ulaşabilmek için oruç tutulur. Oruç amelin bir başka özelliği: Oruç ibadeti riyanın karışma tehlikesi olmayan tek ibadettir. Her amelin belli başlı mükafatı vardır – oruç amelin mükafatı böyle değildir, onun mükafatı belirsizdir. Tutulan oruçun ağırlığına ve kişinin takınmış olduğu takvaya göre onun mükafatı bizzat yüce Allah tarafından ahirette verilecektir. Ancak sosyal ve sağlık acısaından faydaları bu dünyada ki mükafat olarak algılanabilinir. Oruç ile hususi bilgeler için ilmihallere bakınız -> Download

 

Zekat

Zekat ibadeti kişinin mali olarak yaptığı bir ibadettir. (Kamer-i olan) Senede bir kere İslam-i acıdan “zengin” olan her müslüman erkeğe ve kadına malının bir kısmını fakirlere infak etmesi farzdır. Tabii ki bu farz olan senelik zekatın yanında mü’minler her zaman gönüllü olarak sadaka vermeleri bir çok Ayet-i Kerim’ede ve Hadis-i Şerif’lerde tavsiye edilmiştir. Zekat ibadeti İslam dininin bir temelidir. Dünya ve ahiret saadetine ulaşabilmek için elzemdir. Zekat vermekle kişi Rabbi’ne yaklaşır ve böylelikle itaatını, sevgisini ve saygısını kanıtlamış olur. “Allah faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir. Allah pek nankör olan hiçbir günahkarı sevmez.” (Kur’an-ı Kerim 2:276)

Peygamber Efendimiz (sav): “Zekat günahları yok eder, tıpkı suyun ateşi yok ettiği gibi.” Aynı zamanda kişiyi cimrilikten ve kötü huylardan korur. Yüce Allah şöyle demiştir: “Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al, onlara dua et; senin duan onlar için bir güvendir. Allah işitir ve bilir.” (Kur’an-ı Kerim 9:103). Zekat kişinin merhametini artırır ve muhtaç olan kardeşlerine yaklaştırır, böylelikle de yüce Allah’a yaklaşmış olur. Bunun karşısında fakirlerin zengin olanlara karşı his ettikleri kıskançlık duygusunu köreltir. Ne yazık ki şu anda dünyanın 10%’nu dünyadaki malın 90%’nına sahip olmaktadır. Bu haksız dağılım daha da kötüye gitmektedir. Bu 90%’nın zekatı tam olarak verilse dünyada hiç bir fakirlikten eser kalmazdı. Milyonlarca belki de milyarlarca insanın, bilhassa çoçukların muhtaçlığı ve açlığı giderilecek idi.


Zekat ile ilgili bazı ana hususları şöyle sıralayabiliriz:

Verilmesi gereken Zaman:

Zekatın verilme zamanı kişiden kişiye değişmektedir. Zengin olduğu günden itibaren kamer-i bir sene (360 gün) içinde verilmesi gerekir. Bu noktada İslam-i olan aylara itibar edilebilinir. Mesela: Kişi muharrem ayında zengin olduğu ise, en geç gelecek muharreme kadar zekatını vermesi farzdır.

Zenginliğin ölçüsü (kısa tarif, daha detaylı bilgi için mutlaka bir ilmihale bakınız):

Kişi malından asli ihtiyaç olarak gerekli olan kısmı ve vermesi gereken borçları çıkardığında, kalan kısım 96 gr. altını veya onun değerinde ki malı geçerse, o zaman İslam-i açıdan zengin sayılır. Altın miktarı malın değerini hesab ederken geçerli olan yerel altın kurlar baz alınır.

Zekatın miktarı:

Altın veya altın değerinde olan mallar için zekatın miktarı 2,5%’dir. Başka mallarda ms. ziraat mallarında bu yüzdelik 5% veya 10%’dır (bkz. ilmihale).

Zekat kimlere verilir:

Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de şöyle tayin etmiştir: “Zekatlar; Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalbleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah bilendir, hakimdir.” (Kuran-ı Kerim 9:60). “..kalbleri Müslümanlığa ısındırılacaklar..” Peygamber Efendimiz (sav)’in zamanında yaşayan hususi bir gurup olduğundan, sarf edilebilecek yerler bu Ayet-i Kerime’ye göre günümüzde 7’dir.

Zekat ile ilgili detaylı fıkh-i hususları lütfen bir ilmihalden okumanız önemle tavsiye edilir.

 

Haç

Yüce Allah her müslüman kadın ve erkekten hayatında bir kere olsun Mekke-i Mükerreme-i ziyaret edip haç yapmasını farz kılmıştır. Şayet kişi maddi olarak zengin ise ve sıhhat olarak da bu seyahati gerçekleştirebilirse. Haççın belli bir zamanı vardır, o da İslamı senenin 12. ayındadır (Zülhicce). Bu zamanın haricinde ki ziyaretlere Umre adı verilmiştir. Umreye gitmek ise kuvvetli bir sünnettir.

“Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kabe'dir. Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Kabe'yi haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir. “ (Kur’anı- Kerim 3:96-97).

“Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için Evimi temiz tut" diye İbrahim'i Kabe'nin yerine yerleştirmiştik. İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler. Taki kendi menfaatlerine şahid olsunlar; Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin, çaresiz kalmış yoksulu da doyurun. Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Kabe'yi tavaf etsinler.” (Kur’an-ı Kerim 22:26-29)

Makbûl olan haçın, kişinin o zamana kadar işlemiş olduğu günahları sildiğini (kul hakları müstesna) muteber olan bir çok rivayetlerden öğrenebiliriz. Bu deyimde haç ibadeti kulun kendisini temizlemesine ve belki de “eski” hayırsız hayat bölümünü arkada bırakmasına büyük bir vesiledir. Haç ibadeti bir takım meşakatlar getirir. Gerçi günümüzde seyahat bölümü eskiye nazaran çok kolaylaştı ise de, ziyaret bölümü oldukça zorlaşmıştır. Bunun için haç ibadeti kesinlikle toplumuzda ne yazık ki var olan görüşe göre yaşlılıkta yapılması daha uygun olan bir ibadet değildir. Tam tersine. Gençliğin kuvvetinden istifade ederek, haç ibadetini tam olarak ve şuurlu bir şekilde yapılması gerekir. Kaldı ki dinen de farz olmuş olan haççın ertelemesi de caiz değildir. Üstelik kimin ne kadar yaşayacağı da hiç bir zaman garanti değildir.

Bütün meşakatlere rağmen haçça giden insanların mutlaka bir daha ve bir daha haçça gitme arzusuna vardıkları oldukça enteresandır. Bunun sırrı mutlaka haççın içindeki yatan yüce Allah’a olan yakınlık, rahmet ve bereketindendir. O duyguyu his etmek, anlatmakla aktarılamaz, ancak yaşamakla anlaşılabilinir. Ne mutlu o mübarek yerleri gören, o hisleri yaşayanlar için.

 

Diğer İbadet Örnekleri

Kurban:

Zülhicce ayının 10’nunda (haç zamanında) İslamın ikinci büyük bayramı olan Kurban bayramı kutlanmaktadır. Bu ibadet ile atamız olan İbrahim (as)’ın yüce Allah’a vermiş olduğu ve yerine getirmek istediği sözü hatırlayarak İbrahim (as)’ın örneğine uyduğumuzu göstermemizdir. Meselenin özünde yüce Allah için kurban etmek ve yüce Allah için kurban olmak yatmaktadır. Bunun yanında tabii ki mali bir ibadet olan Kurban ibadeti aynı zamanda fakirleri gözeten bir ibadettir. Bizim mezhebe göre Kurban ibadeti her “zengin (bkz. zakat)” olan müslümana vaciptir. Kurban etlerin tamamı veya 1/3’i muhtaçlara, 1/3’i komşulara ve 1/3’i kendi aile arasında dağılır.


Fitre sadakası:

Bu ibadetin ismi “sadaka” olsada, bizim mezhebe göre verilmesi vaciptir. Zengin olan kişi kendisinin ve ailesinin sağlığı ve huzuru için Ramazan ayında ailesindeki kişi sayısına göre yaşadığı yerdeki bir fakirin günlük ihtiyacının mislini (para veya gıda olarak) verir.

Kur’an-ı Kerim tilaveti:

Kur’an-ı Kerim’i arapça olarak okumak veya O’nu dinlemek çok hayırlı ve sevabı pek çok olan bir ibadettir. Kalbleri yumuşatır ve insana huzur verir. Bunun üzerine bir de O’nu anlamak ve tefekkür etmek de eklenirse, üzerine olan hiç bir şey yoktur. Arapça okuyup O’nu anlıyamayan mutlaka türkçe meâlini okumalıdır. Çünkü yüce Allah bizlere mukaddes ve mübarek Kelâmını okuyup anlamamız, üzerine düşünmemiz ve uymamız için göndermiştir, duvarlara güzel bohçalara asmamız için veya ölülerin arkasından okumamız için değil.

Kur’an-ı Kerim, Hadis ve diğer ilimleri öğrenmek:

Kur’an-ı Kerim’den ilk nazil olan kelime emir sigası ile gelen “oku !” kelimesi olduğuna göre her müslüman kadının ver her müslüman erkeğin mutlaka ilim öğrenmesi farzdır. Bu farziyeti İslam alimleri açıklar iken ilimleri farz, vacip, sünnet, mübah, mekruh ve haram olan ilimler diye tasnif etmişlerdir. Her müslümanın bulunmuş olduğu “hâl”- ilmini öğrenmesi farzdır. Mesela zengin olan bir müslüman zekat gibi üzerine farz olan bir ibadetin ilmini öğrenmesi farzdır. Bir fakire ise bu farz değildir. Bu dini açıdan son derece “gerekli” olan ilimlerin yanında, İslam dini her zaman müslümanları diğer ilimleri de öğrenmeye teşvik etmiştir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi bu ilimleri Allah rızası için öğrenmek de sevap getiren bir ibadet olarak sayılmaktadır.

Zikir:

Zikir, müslümanın yüce Allahın mübarek isimlerini (-> Esma-ul Hüsna), O’nu tesbih ve takdis niyetiyle, sessiz veya sesli olarak sürekli söylemesidir. Bunu yaparken kişi kendisini dünya ve içindekilerinden soyutlayarak yüce Allah’a, O’nun birliğine, O’nun emsalsiz büyüklüğüne ve güzelliğine yönelmesidir. Tek gerçek ve hakiki olan aşka gelmesidir.