Islam

Allah = tek ve bir olan İlah

Varlığına dair

Islamİlginçtir ki dindar olsun, ateist olsun veya başka bir görüşte olsun, bütün insanların ortak bir özelliği vardır: Hepsi mutlaka bir şeylere inanır! Nereden geliyoruz. Nereye gidiyoruz veya herşey nasıl başladı. Hiç bir şeye inanmamak insanoğlunun fıtratına aykırıdır. Onun için mutlaka bir şeylere inanmamız lazım.

Etrafımızdakinlerin hiç birinin bir kuvvet, bir güc veya bir başlatıcı unsurun olmaksızın yaratıldığına inanmamız mümkün değildir. İlk etapta bu başlatıcı unsura kuvvet, güç, kudret, ruh, Allah veya tesadüf adını versek de, o başlatıcı unsurun tek veya bir kaç unsurdan oluştuğuna inansakta, hiç önemli değil. Önemli olan şu husustur ki, bütün bildiklerimizin ve daha bilmediklerimizin bir başlatıcı tarafından başlatıldığıdır. İnsanoğlunun varlığı veya daha doğrusu bütün insanların akılların varlığı aslında bu başlatıcının var olduğuna delalet eder! Dolayısı ile bütün insanlar o başlatıcının ismi hususunda anlaşsa, o XY isimdeki başlatıcının varlığı ihtilafsız bir şekilde, mantıklı ve kati olarak kabul edilmiş olur.

Ama isim problemi meselenin özündeki yatan asıl problem değildir. Cünkü birilerin ona “God”, diğerlerinin “Allah” ve yine başkalarının ona “Tesadüf” adını vermesi aslında problem olmamalıdır. Asıl problem o başlatıcının şahsı, sıfatı ve özellikleri hakkında konuşmaya başlayınca ortaya çıkıyor. İşte bu noktadan itibaren insanlar farklı anlayış ve inançlar ortaya koyuyor ve şu ilginç ana sorular gündeme geliyor:

Bu başlatıcı tek bir unsurmudur, yoksa bir kaç unsurdanmı oluşmaktadır?
Bu başlatıcı unsurun bilgisi, aklı, bir planı veya niyeti var mıdır?
Bu başlatıcı unsurun kuvveti, kudreti veya iradesi varmıdır?
Bu başlatıcı unsur dirimidir, dünyada (genel anlamda evrende) etken oluyormudur?

Bu soruları her kim kendi için nasıl cevaplandırıyorsa da, dünya tarihi göstermiştir ki, bütün insanlar bir ortak fikire varamıyacaklardır. Bu demektir ki o zaman hiç kimse tek başına bu meseleleri yalnız aklıyla cözemez. Evrene ve yaratılmışlara bakarak ancak bazı hususları, yani bu başlatıcı unsurun bazı sıfatlarını, idrak edebiliriz. Mesela yaratılmış değişik sistemlerin kendi bünyelerine bir baktığımızda o sistemin son derece ahenk içinde olduğunu müşahade ederiz. Aynı zamanda bu değişik sistemler kendi aralarında da bir muntazamlık teşkil ederler. Örneğin: Dünya gezegenin içindeki tabiatın işleyişi açısından ve aynı zamanda dünya gezegenin başka gezegenlerle göstermiş olduğu nizam açısından tam bir ahenklik söz konusudur. Milyonlarca, belkide milyarlarca degişik faktörler birbirine bağlı olmalarına rağmen muntazam bir şekilde çalışmaktadır. Demek ki bu başlatıcının bilgisi, aklı, kuvveti, kudreti ve dolayısı ile iradesi vardır. Hal bu iken bu başlatıcıya isim olarak “Tesadüf” dememiz, bırakın haksızlığı, tamamen yanlış olmuş olur, çünkü “Tesadüf” diye adlandırdığımız her nesne tam bu zikretmiş olduğumuz sıfatlara sahip değildir. Yani tesadüf aslında iradesizliği adlandırır, iradenin tam zıttıdır, ve mantıken kuvvetsizliği, kudretsizliği ve akılsızlığı beraberinde getirir. Kısaca hiç bir karektere sahip olmayan bir nesneyi çağrıştırır.

Peki bu “Baslatıcı İrade” bütün evreni tek başınamı, yoksa bir kaç “Başlatıcı İrade” ilemi yarattığı sorusuna, akıl, mantık ve evreni müşahede ile araştırabiliriz. Mantıken şu üç imkan akla gelir:

Bir kaç başlatıcı irade beraberce b) Bir kaç başlatıcı irade özerk (otonom) bir şekilde c) Bir başlatıcı irade tek başına

Bir kaç başlatıcı irade beraberce bu evreni yaratmış olsalar idi, o zaman bu ahenkliği yakalayabilmek için bu iradeler kendi aralarında anlaşmaları gerekir idi. Bu ise birbirlerine bağımlı olduklarını gösterir. Birbirine bağımlı olan ise mutlak manada kuvvet, kudret ve irade acısından hür değildir, yani bu sıfatlara sahip değildir. Demek ki bu ihtimal mantıken söz konusu olamaz.

Bir kaç başlatıcı iradenin özerk bir şekilde, yani her biri belli başlı alanlarda kendi başına ve hür bir şekilde yaratmış olsalar idi, o zaman tespit etmiş olduğumuz sıfatlara sahip olmakla beraber, evren tam bir kaos içinde boğulup batmıştı. Çünkü miyarlarca değişik sistemlerin arasındaki gerekli ahenklik olmayacaktı. Bu noktada belkide şu itiraz gelebilir. Evrendeki ahenklik aslında noksandır, hatta tam bir ahenklik teşkil etmeyen unsurlarda vardır. Bu itiraza verilecek cevap şudur: Bazı hususları daha algılayamadığımızdan veya bazı teknik imkanlar ve bilgiler daha mevcut olmadığından, şimdilik ahenksizlik olarak nitelendirdiğimiz şeylerde dahi, yine de (daha) göremediğimiz hikmetler ve dolayısı ile tam bir nizam mevcuttur.

a) ve b) şıkkın mümkünatı olmadığına göre, demek ki bu evreni tek ve yalnız bir “Başlatıcı İrade’nin” başlattırmasından başka ihtimal yoktur.


Hülasa: Aslında bütün insanlar kuvveti, kudreti, ilmi, iradesi, tek ve bir olan Yaratıcıya inanmaktadır, yeterki akıllarını ve mantıklarını bu yönde çalıştırsınlar. Bu tek ve bir olan Yaratıcı’nın arapçadaki manası ise “Allah’tır”.

Peki bu Yaratıcı’nın bizler ile alakalı iradesi nedir? Yani bütün bunlar niçindir? Niçin bizler varız? Neler yapmalıyız veya neler yapmamalıyız? Vs...

Bu hususlara sadece aklımız ve mantığımız ile umumi geçerli olan cevaplar bulamayız. Bu bizlerin bu sorulardan sorumlu olmadığımızı veya sebepsiz yere yaratıldığımızı mı getirir?

“Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz onları, ancak ve ancak gerektiği gibi yarattık, ama insanların çoğu bilmezler.” (Kur’an-ı Kerim 44:38-39)

Madem ki sebepsiz bir yere yaratılmadık ve aklımız ile bu sebepleri çözemiyoruz, o zaman mantıken ne gerekmektedir? Tabii ki O’nun bizlere maksadını, istediklerini ve iradesini bildirmesidir. Nasıl bildirmesi? Elçiler ile. Öyle elçiler ki mucizeler ile donatılmış elçiler, tâ ki hakikaten O’ndan gönderildiklerine dair tam bir güvencemiz oluşsun. Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ve niceleri, Allah’ın selamı ve rahmeti hepsinin üzerine olsun, hepsi bize O’ndan, O’nun yüce maksatlarından ve beklentilerinden haber getirmişlerdir. Bütün gelen haberlerin ana mesajı ise şudur: “Allaha hiç bir şeyi ortak koşmayın ve ancak O’na kulluk edin.”

“And olsun ki, her ümmete: "Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının" diyen peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimini doğru yola eriştirdi, kimi de sapıklığı haketti. Yeryüzünde gezin; peygamberleri yalanlayanların sonlarının nasıl olduğunu görün.” (Kur’an-ı Kerim 16:36)

Ve bu mübarek elçiler aynı zamanda yüce Allah’a nasıl kulluk etmemiz gerektiğini de bizlere bildirmişlerdir. Gerçi bu “kulluğun” zamana ve mekana göre bazı nüans farkları olmuştur.

Demek ki bu noktadan itibaren insanoğlu O’nun “Bana kulluk edin” diye yüce iradesini, gönüllü olarak kabul edip uygulamakla yükümlüdür. En son elçi de Muhammed (sav) olduğu için ve alemlerin onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı için yüce Allah Muhammed (sav) elçisine çok özel ve benzersiz bir mucize armağan etmiştir. Öyle bir mucize ki bütün insanlar tarafından mucize olduğu müşahade edilebilecek, yüce Allah’ın değişmez ve dosdoğru olan mübarek Kelamı - mukaddes Kur’an-ı Kerim’dir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de sadece aklımıza ve mantığımıza yatan şeyler üzerine değilde aynı zamanda bize haber olarak bildirilmesi gereken şeyler üzerinede konuşmuştur. Mesela yüce Allahın şahsı, sıfatları ve iradesi, gelmiş-geçmiş önemli olaylar veya bizi bekleyen (ölümden) sonraki haller gibi.

Müslümanlar kısaca tek ve bir olan yüce Yaratıcığa inanır – nasıl inanır? Tam O’nun bizlere bildirdiği (Kur’an-ı Kerim) ve bildirttiği (Hadis-i Şerifler) gibi inanırlar. Ne bir şeyler eklerler, ne bir şeyler eksiltirler. O kendisini nasıl tarif ettiği ise, O tam öyledir.

Çünkü O’ndan başkası O’nu doğru tarif etmeye ne muktedirdir ne de layikdir!
 

 

Yüce Allah’ın Sıfatları  

 

 

İslam alimleri İslam’ın ilk asırlarından beri Kur’an-ı Kerim’den ve sağlam Hadis-i Şerif’lerden yüce Allah’ın mubarek zatı ve mukaddes sıfatları hakkında tafsili bir şekilde araştırmalar yapıp, onları belli başlı sınıflara ayırmışlardır. Yüce Allah’ın sıfatlarını iki ana sınıfa ayırmak mümkündür. Birinci sınıfta yalnız O’na ait olan ve başka hiç bir yaratığın sahip olmadığı, ikincisinde ise yaratıklarına da lûtuf da bulunmuş olduğu sıfatlar girmektedir.

Yalnız yüce Allah’a mahsus sıfatlar (sıfat-ı zatiye):

Kıdem: Yüce Allah’ın başlangıcı yoktur. O herşeyden evvel yine vardı.
Beka: Yüce Allah’ın sonu yoktur. O herşeyden sonra yine var olandır.
Kıyam bi nefsihi: O hiç bir şeye muhtaç değildir ve kimseye ihtiyacı yoktur, fakat bütün yaratılmış olanlar O’na muhtçtır.
Muhalefetün lil havadis: Yüce Allah hiç kimseye ve hiç bir şeye uzaktan, yakından benzememektedir.
Vahdaniyyet: O birdir ve tekdir, ortakcıları yoktur.
Vucud: O’nun varlığında hiç ama hiç süphe yoktur. O’nun varlığı ne zamana ne de mekâna bağlıdır.

Yaratmış olduklarına da bahş etmiş olduğu sıfatlar (sıfat-ı subutiye):

Hayat: O vardır ve diridir. O’nun hayatı bir ruha, bir bedene veya herhangi bir başka şeye bağlı değildir. O’nun hayatı yaratılmışların hayatına hiç benzemez.
İlim: O herşeyi tam tamına bilendir. O geçmiş ve gelecek herşeyi bilir.
Semi: O işitendir. O herşeyi işitir ve O’nun işitmesi herhangi bir gerekli nesneye (kulak, hava vs.) bağlı değildir.
Basar: O herşeyi eksiksiz görendir. O’nun görmesi bizim görmemize hiç benzemez.
Kelam: O konuşandır.O’nun konuşması dile, ağıza veya herhangi bir başka şeye bağlı değildir.
İrade: O’nun istediği herşey olur, istemediği hiç bir şey olmaz.
Kudret: O istediği her şeyi yapmaya muktedirdir ve bunun için hiç bir kimseye ihtiyacı da yoktur. 
Tekvin: O yaratandır. Yaratmak istediğinde “ol” der ve o şey oluverir.

 

 

Esma-ül Hüsna  

 

 

Sevgili Peygamberimiz (sav) bir Hadis-i Şerif’lerinde: “Allah’ın 100’den bir tane daha az olan, 99 ismi vardır, her kim bunları (hakkıyla) bilirse cennete girer (Sahih-i Buhari), buyurmuştur. Bunların hemen hemen tümü Kur’an-ı Kerimde zikredilmiştir. Bu Esma-ül Hüsna diye adlandırdığımız yüce Allah’ın 99 güzel isimleri, O’nun fiilerini ve sıfatlarını tanımlarlar. Bunları ezberleyip yerine göre zikreden ve hayatına geçiren çok kuvvetli ve değerli olan dualar etmiştir ve Peygamber’imizin müjdesine göre cenneti kazanmıştır.

“De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O'nundur." Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut. De ki: Hamd, çocuk edinmemiş olan, hükümranlığında ortağı bulunmayan, düşkün olmayıp yardımcıya da ihtiyaç göstermeyen Allah'a mahsustur." O'nu gereği gibi büyükle.” (Kur’an-ı Kerim, 17:110-111)

RAHMÂN - Bağıslayan, esirgeyen
RAHÎM - Bağıslayan, esirgeyen
MELIK - Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi
KUDDÛS - Her eksiklikten münezzeh
SELÂM - Esenlik veren
MÜ'MIN - Güven veren, vaadine güvenilen
MÜHEYMIN - Kainatın bütün islerini gözetip yöneten
AZÎZ - Yenilmeyen yegane galip
CEBBÂR - Iradesini her durumda yürüten, yaratılmısların halini iyileştiren
MÜTEKEBBIR - Azamet ve yüceliğini izhar eden
HÂLIK - Takdirine uygun bir sekilde yaratan
BÂRI' - Bir model olmaksızın canlıları yaratan
MUSAVVIR - Şekil ve özellik veren
GAFFÂR - Daima affeden, tekrarlanan günahları bağıslayan
KAHHÂR - Yenilmeyen, yegane galip
VEHHÂB - Karsilik beklemeden bol bol veren
REZZÂK - Bedenlerin ve ruhlarin gıdasını yaratıp veren
FETTÂH – Iyilik kapılarını açan, hakemlik yapan
ALÎM - Hakkıyla bilen
KÂBIZ – Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan
BÂSIT - Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan
HÂFID - Alçaltan, zillete düşüren
RÂFI' - Yücelten, izzet ve seref veren
MUIZ - Yücelten, izzet ve seref veren
MÜZIL - Alçaltan, zillet veren
SEMI' - Işiten
BASÎR - Gören
HAKEM - Son hükmü veren
ADL - Mutlak adalet sahibi, asırılığa meyletmeyen
LATÎF - Yaratılmısların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan
HABÎR - Her şeyin iç yüzünden haberdar olan
HALÎM - Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen
AZÎM - Zatının ve sifatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu
GAFÛR - Bütün günahları bağışlayan
SEKÛR - Az iyiliğe çok mükafat veren
ALÎ - Izzet, seref ve hükümranlık bakımından en yüce
KEBÎR - Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu
HAFÎZ - Koruyup gözeten ve dengede tutan
MUKÎT - Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren, bilip gücü yeten ve koruyan
HASÎB - Kullarına yeten, onları hesaba çeken
CELÎL - Azamet sahibi
KERÎM - Fazilet türlerinin hepsine sahip
RAKÎB - Gözetleyip kontrol eden
MÜCÎB - Dileklere karşılık veren
VÂSI' - Ilmi ve merhameti herşeyi kuşatan
HAKÎM - Bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan
VEDÛD - Çok seven, çok sevilen
MECÎD - Şanlı, şerefli
BÂIS - Ölümden sonra dirilten
SEHÎD - Her şeyi gözlemiş olarak bilen
HAK - Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan
VEKÎL - Güvenilip dayanılan
KAVÎ - Her şeye gücü yeten, kudretli
METÎN - Her şeye gücü yeten, kudretli
VELÎ - Yardimcı ve dost
HAMÎD - Övülmeye layık
MUHSÎ - Her şeyi tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilen
MÜBDI' - Ilkin yaratan
MUÎD - Tekrar yaratan
MUHYÎ - Can veren
MÜMÎT - Öldüren
HAY - Ebedi hayatta, diri olan
KAYYÛM - Her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kainatı idare eden
VÂCID - Dilediğini dilediği zaman bulan bir müstağni
MÂCID - Şanlı, şerefli
VÂHID - Bölünüp parçalara ayrılmaması ve benzerinin bulunmaması anlaminda tek
SAMED - Arzu ve ihtiyaçları sebebiyle herkesin yöneldiği ulular ulusu bir müstağni
KÂDIR - Her şeye gücü yeten, kudretli
MUKTEDIR - Her şeye gücü yeten, kudretli
MUKADDIM - Öne alan
MUAHHIR - Geriye birakan
EVVEL - Varlığının başlangıcı olmayan
ÂHIR - Varlığının sonu olmayan
ZÂHIR - Varlığını ve birliğini belgeleyen birçok delilin bulunması açısından aşikar olan
BÂTIN - Zatının görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizli olan
VÂLÎ - Kainata hakim olup onu yöneten
MÜTEÂLÎ - Izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce olan
BER - Iyilik eden, vaadini yerine getiren
TEVVÂB - Kullarını tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden
MÜNTAKIM - Suçluları cezalandıran
AFÜV - Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden
RAÛF - Şefkatlı
MÂLIKÜ'L-MÜLK - Mülkün sahibi
ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM - Azamet ve kerem sahibi
MUKSIT - Adaletle hükmeden
CÂMI' - Toplayıp düzenleyen, kıyamet günü hesaba çekmek için mahlukatı toplayan
GANÎ - Her seyden müstağni, kendi dısında her sey O'na muhtaç
MUGNÎ - Zenginlik verip tatmin eden
MÂNI' - Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere engel olan
DÂR - Zarar veren
NÂFI' - Fayda veren
NÛR - Nurlandıran, nur kaynağı
HÂDÎ - Yol gösteren, murada erdiren
BEDÎ' - Eşi ve örneği olmayan, sanatkarane yaratan
BÂKÎ - Varlığının sonu olmayan
VÂRIS - Varlığının sonu olmayan
RESÎD - Bütün işleri isabetli ve hedefine ulaşıcı, irşad edici
SABÛR - Çok sabırlı